KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ’IN
BAŞINDAN GEÇENLER
Kırmızı Başlıklı Kız ormanın karşı
tarafına giderken taşıdığı sepetin ağırlığı ve nemli sıcak havanın etkisiyle
yarı yolda yorgun düştü. Biraz dinlenmek için bir ağaç kütüğünün üzerine
oturdu. Ormanda hayvanlarla yalnızken hep yaptığı gibi, giysilerini çıkarmış,
elinde taşıdığı sepetin içine yerleştirmişti. Annesinden aldığı doğa
tanrıçasını andıran kokusunu ormandaki hayvanlar kilometrelerce öteden
alabiliyorlardı.
Ormanın tüm seslerine aşina olduğu için arkasında
hışırdayan çalılar Kırmızı Başlıklı Kız’ın hemen dikkatini çekti. Dönüp
baktığında, karşısına çıkan ufak tefek, biraz da dişil görünen erkek kurttan,
önce irkilmedi. Ama hayvanın gözlerine dikkatlice baktığında, kurdun kendisini
yemek için oraya gelmiş olduğunu anladı. Doğayla çok güzel iletişim kurabilen
kız, kurtla anlaşmaya çalışarak vakit kazanmanın bu durumda yapabileceği en
akıllıca şey olacağını düşündü. Belki, diğer dost hayvanlar gelir ve onu kötü
kurdun elinden kurtarırlardı.
Gözleri vahşetle kıpkırmızı parlayan hayvanla sevecen bir
sesle konuşmaya başladı. Önce kendisini neden yemek istediğini sordu. Hayvan,
karnının aç olduğunu ve onun saldığı nefis kokunun iştahını arttırdığını
söyledi. Kız, iştahını yemekten bile daha güzel tatmin edebilecek bir şey
bildiğini söylediğinde, kurdun gözleri merakla açıldı ve kıza onun ne olduğunu
sordu. “Hiç, bir insanla seviştin mi?” diye sordu kız. Kurdun cevabı olumsuzdu
ama meraklanmıştı. “Peki, hiç sana bir insan dokundu mu?” dedi kız. “Hayır”
dedi iyice meraklanan kurt.
Sakince, çok doğal ve akıcı bir hareketle kurdun önünde
çömelerek, yavaşça elini uzattı. Hayvanın erkeklik organına dokundu ve onu
hafifçe okşamaya başladı. Organ bir anda büyüdü. Hayvan, kızın etkisi altına
girmişti. Artık, kesinlikle onu yemek ya da ona zarar vermek istemiyordu, hatta
ona âşık olmuştu. Evet, zarar vermek
istemiyordu, ama bu aşkın yol açtığı cinsel dürtüsü dayanabileceğinden çok daha
kuvvetliydi.
Hayvan hızlıca arka ayaklarının üzerine kalktı ve ön
ayaklarını, şiddetle, tepkinin etkisiyle elleri ve dizlerinin üzerine çökmek
zorunda kalacak olan kızın omuzlarına koydu. Kurt çok hızlıydı ve kızın ıslak karanlığı
için yanıp tutuşuyordu. Karanlığın kokusu ve onun çıplak teni, kurdu çok tahrik
etmişti. Hiç düşünmeden, çabucak kızın arkasına geçti. Ön ayaklarını onun
omuzlarına, cildine zarar vermeyecek şekilde ama kararlıca bastırarak arka
ayaklarının üzerine kalktı. Vahşi hayvan kendinden geçmiş gibi görünüyordu. Kemiğini
organının içine itip ileri geri hareketlerle kızın ıslak karanlığını aramaya
başladı.
Bu olaydan birkaç hafta önce, ılık bir mayıs akşamı,
Kırmızı Başlıklı Kız’ın anne ve babası, yani kral ve kraliçe sarayda bir bahar
balosu düzenlediler. Konuklar arasında yıllar önce Anakraliçe’nin evlendirdiği
yaşlıca bir baron ve eşi vardı. Barones yaşına göre hala muhteşem güzel görünüyordu.
Anakraliçe akşam yemeğinden önce, bir fırsatını bulduğunda, baronesin
hikâyesini ballandıra ballandıra anlattı. Onu nasıl giydirip güzelleştirip ölmeden
hemen önce kocasına sunduğunu ve kızın böylece kendi ailesinin asaletinin bir
parçasını alarak asiller camiasına katıldığını gururla sözlerine ekledi. Kralla
olan evliliği esnasında yakından da tanıdığı bu, kendisinden 20 yaş kadar küçük
olan baronla kızı tanıştırmış ve evlenmelerine önayak olmuştu. Gecenin sonuna
doğru Kırmızı Başlıklı Kız ve güzel barones sarayın sonsuz ormanlarla kaplı
bahçesinde küçük bir gezintiye çıktılar. Gözünü üstlerinden ayırmayan Anakraliçe
onların yokluğunu hemen fark etti ve sessizce peşlerine düştü.
Barones ve Kırmızı Başlıklı Kız bir süre bahçede
dolaştıktan sonra kızın çok sevdiği o kuyubaşına geldiler. Kız baronesten izin
isteyerek sanki bir doğa ritüelini tekrarlarmış gibi çırılçıplak soyundu ve
kuyudan çektiği bir kova suyu büyük bir zevkle başından aşağıya döktü. Barones,
kızın, suyu çektiği sırada, dolunay ışığında kızgın bir bronz heykel gibi
parlayan vücudunu seyrederken ıslandığını fark etti ve kızın muhteşem
göğüslerini okşamadan edemedi. Ardından kızı dudaklarından öptü ve kuyunun
kenarına oturttu. Kız elleriyle sıkıca çıkrığın dikmelerini tutarak ayaklarını
açık bir şekilde havaya kaldırdı. Barones, kızın sütun gibi düzgün bacaklarının
arasında diz çökerek onu yalamaya başladı. Kızın derinden gelen inlemeleri baronesi
daha da şevklendirdi, dilini, hep daha derinlere sokarak büyük bir zevk ve
iştahla karanlığı dakikalarca yaladı. Kızın çığlıkları yükseldikçe yükseldi.
Bu, görünüşte bir zamanlar yaşlı çınarla yaşadıklarına
çok benziyordu. Ama bir insanın bilinçlice hedefe yönelik olarak her seferinde
doğru yeri yalayan dilini kullanması ve bunun verdiği kesintisiz cinsel zevk
hissi de oldukça farklıydı. Bir süre sonra kız iyice ıslanmıştı ki, barones,
kızın ıslak karanlığına işaret parmağını ilk eklemine kadar soktu ve çıkarttı.
Kız, neden durduğunu sorduğunda ise barones, ona anlatacak şeyleri olduğunu
söyledi:
Barones, kıza büyükbabasının öldüğü gün sarayda kraliçeyle
arasında geçenleri anlattı, “Hemen hemen az önce yaptığımız gibi olmuştu. Aslında
önce korkmuştum ama kraliçenin şehvetli dokunuşları korkumu kısa sürede zevk
dolu bir hisse çevirmişti” dedi. “Yalnız, o gün kraliçe, ıslak karanlığıma işaret
parmağıyla beraber başka bir şey daha sokmuştu. Soktuğu şey çabucak içimde
erimiş ve karanlığımı serin hatta soğuk bir duygu kaplamıştı” diye de ekledi.
Belki de Anakraliçe’yle aynı cinsel eğilimlere sahip olan
Kırmızı Başlıklı Kız olan biteni çok iyi anladı ama ıslak karanlıkta eriyen o nesneye
bir anlam veremedi. Saklandığı yerden, onları dinleyen Anakraliçe biraz
tedirgin oldu ama hala ikisinin de bildikleri çok az olduğundan üzerinde
durmadı.
İsmini, emekli olunca, sarayın uçsuz bucaksız ormanlarla
kaplı bahçesinin karşı tarafına taşınan dadısının, ona veda hediyesi olarak
verdiği ve onun da kafasından hiç çıkarmadığı bir başlıktan alan Kırmızı
Başlıklı Kız, annesinin doğa sevgisini ve tüm fiziksel güzelliğini almıştı. Gün
batımı kırmızısı düz uzun saçları, annesinin çilleri, hokka burnu, bir
zencininkini andıran dolgun pembe dudakların süslediği biraz büyükçe ama
güldüğü zaman güneşleri doğduran bir ağzı ve narin ama kararlı bir çenesi
vardı. Çilli uzun boynunun altındaki hafif genişçe omuzları, birer yarım asma
kabağıymışçasına dimdik olan ve elbisesinin yakasından taşan iri göğüslerini
gururla taşıyor gibi dururlardı. Narin, incecik beli, birer küçük karpuz gibi
hafif irice olan kalçalarına öyle bir tezat oluşturuyordu ki, elinizi kızın
beline koymak isteseniz onu nereye koyacağınız konusunda bir çelişkiye
düşerdiniz. Dümdüz uzun bacaklarının altındaki minicik ayaklarıyla öyle hızlı
koşabilirdi ki bahçedeki hiçbir hayvan onunla yarışamazdı.
Kız tabii ki tüm özelliklerini annesinden almamıştı. Büyükannesinin
gözlerinde parlayan ve zamanında birçok erkeğin canını yakmış olan o şeytani
kıvılcım bu kızda da vardı. Kızın, bu şeytani içgüdüden kaynaklanan ama yine de
Anakraliçe’ninkilerle yarışacak düzeyde olmayan bazı garip davranışları da yok
değildi.
Kız, aynen annesi gibi çoğunlukla bahçedeki kuyunun başında
oynardı. Ama o, doğa sevgisini kendi
akışına bırakmıştı… Yaşlı bir çınara yaslandığında, ten teması düzeyini dorukta
tutabilmek amacıyla bunu çırılçıplak yapardı. Islak karanlığının kokusu annesininkiyle
aynıydı. Tahmin edersiniz ki ağaç bu durumda kendini çok daha şanslı hisseder
ve çok daha çabuk, ıslak karanlığın hizasında ama birazcık aşağıdan bir dal
çıkartırdı. Bu dallar kızı önceleri gıdıklar, eğlendirirdi. Ama birkaç yıldır
karanlığına sürtünen dallar daha değişik bir his vermeye başladılar. Zaten
karanlığın ıslanmaya başlaması da kız, bir bahar günü yaşlı bir çınarla adeta
sevişirken olmuştu:
Üç sene kadar önce, güzel bir bahar günü, her zamanki
gibi çırılçıplak ormanda dolaşırken esen ılık bir meltem, bulunduğu yere,
cinselliği çağrıştıran kokular taşımıştı. Büyük bir olasılıkla yakınlarda iki
hayvan çiftleşiyordu. Kızın o zamanlar cinsellikle ilgili hiçbir fikri yoktu
ama aldığı koku sanki ona bir şeyleri açıklar gibiydi. Belki de ilk cinselliğine
duyduğu bilinçsiz açlığı tatmin edebilmek için yanındaki yaşlı bir çınara öylesine
sıkı sarılmıştı ki çınar, önce kendisine verilen bu hediyenin sarhoşluğuyla, kızın
ıslak karanlığının hizasından filizlenmeyi bile unutmuştu. Gelen kokuya seks
inlemeleri de eşlik etmeye başladığında, tatlı sarhoşluğundan biraz uyanır gibi
olan çınar gerektiği yerinden hemen filizlendi, küçük, kısa ama işaret parmağı
kalınlığında bir dal çıkarttı.
“Ağaçlar hareket eder mi?” demeyin. Bu ağaç bütün bu cinsel uyarıların etkisi altında,
yumuşacık taze yapraklarıyla donattığı dalını ileri geri hareket ettirmeyi
beceriyordu. Amacı tabii ki kızla cinsel ilişkiye girip neslini türetmek
değildi. Görmüş geçirmiş yaşlı bir çınar olan bu ağaç kendi soyunun ve
altındaki sevişmeleriyle üreyip bir sene sonra yavrularıyla onu ziyarete gelen
insanların nasıl çoğaldığını çok iyi biliyordu. Amacı sadece doğadaki tüm
canlılar gibi âşık olduğu bu tanrıçaya zevk vermekti. Ağacın ileri geri
hareketleri öyle bir zevk veriyordu ki kız yavaş yavaş ve derinden inlemeye
başladı. Bir süre sonra henüz hiç fark etmemiş olduğu bir şey oldu ve karanlığı
hayatında ilk defa ıslandı. Bu ıslaklığın baş döndürücü güzellikteki kokusu,
uzaktan gelen cinselliğin izlerini bir anda havadan sildi. O anda sadece o ve
yaşlı çınar vardı. İkisi de çok mutlu, zevk dolu bir beraberliğin birer yarısıydı.
Çınar durmadı. Kız, ormanın her yerinden duyulabilecek yükseklikteki zevk
çığlıklarını dakikalarca atıp sonunda rahatlayana kadar devam etti. İşte
Kırmızı Başlıklı Kız’ın cinsellikle ilk tanışıklığı böyle olmuştu.
Bu olayın üzerinden birkaç bahar geçmişti. Güneşli bir
gün, Kırmızı Başlıklı Kız sarayın bahçesindeki, çok sevdiği kuyubaşında,
ormanda hep yaptığı gibi çırılçıplak, bir ağacın altında uyuyakalmıştı. Önündeki
mis kokulu baharatlar ve yaban otlarının arasından bir kaplumbağa çıktı. Kızın,
tanrısal ıslak karanlığının, daha da tanrısal kokusunun etkisi altında, sessiz
ve yavaş kaplumbağa adımlarıyla kızın bacaklarının arasına girdi. Doğruca
karanlığa yöneldi. Koku gittikçe güçleniyor ve kaplumbağa da gittikçe daha
fazla tahrik oluyordu. Hayvanın, karanlığa yeterince yaklaşıp onu yalamak
dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ve onu da yaptı.
O esnada kız, hayatından çok memnun, tatlı bir
gülümsemeyle uyandı. Kaplumbağanın kendisini bir süre daha yalamasına izin
verdi. Sonra onu iki eliyle zarifçe tutup yanındaki çimenlerin üzerine koydu. Kaplumbağayla
selamlaşıp onun nereden gelip nereye gittiğini sordu. Kaplumbağa, eski sahibi
olan cadının ölmüş olduğunu ve artık ona zarar vermeyeceği için, açığa çıkması
bazı kişilerin işine yarayacak ve bazı kötü kişilerin ise cezalandırılmasına yol
açacak birkaç sırrı yaymak üzere yola çıktığını anlattı. Kızın hiçbir şeyden
haberi yoktu. Hafızası kendini hiç yanıltmamış olan kaplumbağa, kızı, yıllar
önce cadının evine gelen kadına olan benzerliğinden dolayı tanıdı, kadın da
sonuçta kızın büyükannesiydi.
O, şimdi ölmüş olan cadı sahibiyle birçok güzel an
yaşamıştı. Kadın ona vücudunun tüm cinsel uzuvlarını gösterir ve yalatırdı.
Hatta bazen başını ıslak karanlığına sokmasına izin verirdi. Artık bir insan
kadınıyla yaşanan cinsellik, bu kaplumbağa için de bir zevk kaynağı hatta bir
ihtiyaç olmuştu. Ondan bundan konuşur ve kız, bir zamanların şeytani güzeli büyükannesine
de biraz çekmiş ve onun cinsel eğilimlerini almış olduğundan kaplumbağaya, hiçbir
yadırgama belirtisi göstermeksizin, o neresini görmek isterse gösterir ve
yalatırken.
Kaplumbağa ona, yıllar önce cadı ile zamanının kraliçesi
olan Anakraliçe arasında geçen konuşmadan bahsetti. Sonra da Anakraliçe’nin, o
zaman aynen cadının da tanımladığı gibi, erkeğin, cinsel organından vücuduna
giren ve onu birkaç saat içinde hiçbir ön belirti olmaksızın öldüren, kadınlara
ise hiçbir zarar vermeyen bir fitil satın aldığını anlattı. Bir süre
sürdürdükleri bu oynaşma, yalaşma ve sevişmelerden sonra yüzünde pişkin ve
bilge bir gülümsemeyle, bu doğa tanrıçasıyla yaşadığı zevk dolu anların
etkisiyle, ağzı kulaklarına vararak yoluna devam etti.
Kırmızı Başlıklı Kız da az önce yaşadığı zevkli anları
sindirebilmek için bir süre orada, yaşlı ağacın gölgesinde yattı. Bu esnada
kafasındaki bazı soru işaretlerinin yok olduğunu ve bazı olayların onun için
açıklığa kavuştuğunu fark etti. Bir cinayetin nasıl işlenmiş olduğunu
anlamıştı. Bu hem iyi hem de kötüydü. Cinayeti büyükannesinin işlemiş olması
küçük kızın tüylerini ürpertiyordu. Barones ve kaplumbağanın anlattıklarını
birleştirince cinayetin nasıl işlenmiş olduğunu açıkça gözlerinin önüne
getirebildi. İçi, cani büyükannesine karşı büyük bir korku ve dedesini öldürenin
öz büyükannesi olması nedeniyle büyük bir hüzünle dolmuştu.
Kırmızı Başlıklı Kız, akşamüzeri kafasında bin bir
düşünceyle saraya döndü. Akşam yemeğinde, her zamanki cıvıl cıvıl halinin
eksikliği fark edilip ona sorulduğunda, “Herhalde gölgede yatarken hafif
üşütmüş olmalıyım, biraz kırıklık hissediyorum.” dedi ve o an için
sorgulanmaktan kurtuldu.
Günler günleri kovaladı. Kızın büyükannesine karşı olan
nefreti de her geçen gün katlanarak arttı. Anakraliçe de bunu fark etti ve bir
gün torununa nesi olduğunu sordu. Hep doğruyu söyleyen kız, bu kez, korkusundan
gerçeği söyleyemedi. Yalnızca tanıdığı kızların birer tonton dedeleri olduğunu
ve bunun eksikliğini çok duyduğunu söyledi. Bu kadarı Anakraliçe’ye yetmişti. Hızlı
yaşadığı hayatı boyunca karşılaştığı birçok insanın tecrübesine sahip, yaşlı
bir kadındı. Onu kandırmak zor, hatta imkânsızdı. Anakraliçe hemen bir plan
yaptı.
Aynı gün öğlen yemeğinden sonra Anakraliçe, eskisi öldüğü
için, methini uzunca bir süredir duyduğu diğer bir cadıya gitti. Cadı onu bahçe
kapısında, omzunda, gökkuşağı renkli kuyruğu olan gri papağanı ve ayaklarına
sürünüp kendini okşayan kara kedisiyle, büyük bir tezahüratla karşıladı. Hava
güzel olduğu için bahçedeki kameriyede oturdular. Cadı ufak bir büyüyle
mutfağında çayın demlenmesini sağladı, ardından gidip hazır demlenmiş, özel
otların karışımından olan çayı aldı ve ikisi için de birer fincan doldurdu. Tabii
arsızca miyavlayan kedisine bir tas süt, bas bas bağıran papağanına da biraz su
vermeyi ihmal etmedi.
Bir ritüel gibi yapılmış bu konuksever hareketler
sayesinde rahatlamış olan Anakraliçe hemen konuya girdi ve derdini anlatmaya
başladı. Tabii konuyu kendi açısından, biraz çarpıtılmış bir biçimde yansıttı.
Plan şöyleydi:
Anakraliçe hasta dadısına kek ve şurup götürmesi için
Kırmızı Başlıklı Kız’ı sarayın uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı bahçesinin karşı
tarafına gönderecek ve kendi de bir erkek kurt kılığında gelerek Kırmızı
Başlıklı Kız’ı öldürüp yiyecekti. Böylece, cinayeti kendisinin işlediğini bilen
hiç kimse kalmayacaktı.
Cadı, Anakraliçe’nin isteklerinin gerçekleştirilebileceğini
söyledi. Yalnız, iki şartı vardı:
Öncelikle cadı, Anakraliçe’yi tabii ki bir insanı
parçalayıp yiyebilecek güçte ama yine de sadece ufak tefek ve dişil bir erkek
kurt yapabiliyordu. Eğer bir erkek kurtla cinsel ilişkiye girerse büyü
bozulacak ve Anakraliçe eski haline dönecekti. Kırmızı Başlıklı Kız’ın doğa
sevgisini ve onunla mükemmel iletişim kurma yeteneğini duyduğu için, cadı ikinci
koşul olarak, için Anakraliçe’ye kesinlikle onunla konuşmamasını söyledi. Kurt
olması durumunda aklı ve duygularının da kurt aklı ve kurt duyguları olacağını
ekledi. Konuşursa, Kırmızı Başlıklı Kız’ın onu kolayca etkisi altına
alabileceğini belirtti. Anakraliçe kendisine Kırmızı Başlıklı Kız’ı yemeyi
hedefleyip, yalnızca bu hedefe ulaşmak amacıyla gidip kızı yemek zorundaydı.
Yaşlı kadını bu şartlar korkutmamıştı. Kendisini bir erkek kurda çevirecek
büyülü sıvıyı cam bir şişe içinde aldı ve yola koyuldu.
O akşam Anakraliçe, Kırmızı Başlıklı Kız’ı yanına
çağırarak “büyükanne” dediği eski dadısının çok rahatsızlanmış olduğunu ve kendisini
görmek istediğini söyledi. Onu hemen ertesi sabah bir şişe şurup ve bir kekle
büyükannesine gitmekle görevlendirdi. O gece Kırmızı Başlıklı Kız yine
kafasında bin bir düşünceyle uykuya daldı. Rahatsız bir uykudan sonra sabah
erkenden kalktı. Henüz daha kimse uyanmadan hasır bir sepete koyduğu kek ve
şurupla yola koyuldu. İçinde kötü bir his vardı ama yine de büyükannesinin
emrine boyun eğdi. Çok uzun bir yolu vardı, ormandan geçerken çok sevdiği dadısı
için orman çiçekleri topladı.
Birkaç saat yol aldıktan sonra hikâyemizin başında
bahsettiğimiz ağaç kütüğünü gördü. Erkek kurtla karşılaşmasını, onu nasıl
etkisi altına aldığını, kendisine nasıl aşık ettiğini ve bu aşkın nasıl
çığırından çıktığını biliyoruz. Küçük ve dişil erkek kurt, organıyla Kırmızı
Başlıklı Kız’ın ıslak karanlığını ararken zevk ve şehvetten o kadar çok
hırıldıyordu ki arkasındaki çalıların hışırdadığını fark etmedi. İşte o anda,
arkasında, tüm ihtişamıyla gerçek bir erkek kurt belirdi. Küçük kurt ne
olduğunu anlayamadan erkek kurt organını büyük bir hışımla ona sapladı ve büyü
bozuldu, küçük kurt Anakraliçe’ye dönüştü.
Başladığı işi hiçbir zaman bitirmeden bırakmama
alışkanlığına sahip erkek kurt yaklaşık bir saat Anakraliçe’yle cinsel
ilişkisine devam etti ve kuvvetli pençelerini onun omuzlarına saplayarak
kaçmasına izin vermedi. Bu arada Kırmızı Başlıklı Kız can havliyle kurt
tarafından taciz edilmekte olan büyükannesinin elinden kurtuldu. Onun ilerlemiş
yaşında bu çılgınca birleşmenin etkisiyle bir kalp krizi geçirerek can çekişmesini
istemeyerek, biraz üzüntüyle ama adaletin de yerini bulmasından hafif memnun
seyretti.
Dadısının hasta olması hikâyesinin gerçek olmadığını
anlayan Kırmızı Başlıklı Kız geri döndü ve saraya doğru yoluna devam ederken
kendi yaşlarında bir kız ve bir oğlanla karşılaştı. Bütün bu kötü deneyimlerine
rağmen hala cana yakın olan kız onlara isimlerini ve nereye gittiklerini sordu.
Kız isminin Gretel oğlan ise Hansel olduğunu, ikiz olduklarını ve evlerinin
yolunu kaybettiklerini söylediler. Ardından Anakraliçe’nin gittiği cadının evinin
yönünde yollarına devam ettiler.
Kırmızı Başlıklı Kız akşam üzeri saraya vardı ve
hikâyesini annesiyle babasına anlattı. Saray muhafızları gönderildi,
Anakraliçe’nin cesedi arandı ama nafile, muhafızlar cesedi bulamadılar. Aslında
yaptığı kötülüklerden sonra da ne kral ne de kraliçe cesedi bulmak için çok
fazla uğraşılması taraftarı olmadılar. Olay unutuldu. Kral, kraliçe ve Kırmızı
Başlıklı Kız hayatlarının sonuna kadar bazen mutlu bazen de mutsuz yaşadılar.
Bir sonraki hikayemizde kızın ormanda karşılaştığı iki
genç insanın yollarının nereye vardığına bakacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder