1 Kasım 2014 Cumartesi

Ateş Pembesi

Bir dağın tepesinde, zirveye yakın bir yerde ufak bir kaya çıkıntısı ve kayaların arasındaki, büyük bir erkek kartalın hatta belki de ufak tefek bir dişi kartalın da sığabileceği büyüklükteki bir kovukta ulu bir kartal yaşarmış. Ulu derken gerçekten iri bir kartaldan bahsediyorum. Bu kartalın yere ve hatta dağın sarp kayalıklarına sıkıca kenetlenebilen aynı zamanda onun yere sapasağlam basmasını sağlayan güçlü pençeleri, onların üstünde yükselen ve vücudunu en az güçlü pençeleri kadar destekleyen kaslı bacakları ilk bakışta dikkat çekiyordu. Nasıl pençeleri yere sağlam basmasını sağlıyorsa onun bir o kadar da havalarda güvenle ve özgür bir şekilde süzülmesini sağlayan geniş, güçlü kanatları vardı. 

Kartalımız her sabah dağın güney yamacında olan yuvasını güneşin selamlamasıyla uyanır, yakındaki bir su birikintisine uçar su içer, bir güzel yıkanır ve bazen de kahvaltı niyetine birikintide yüzen bolca balıktan bir ikisini mideye indirirdi. Ardından günlük av turuna başlardı. Önce yükseklerde uçar düzlüklerdeki sürüngen, kemirgen hatta yırtıcı hayvanları arar; onları gördüğü anda ise rüzgardan bile hızlı, onların üzerine dalar ve genellikle de avını yakalayıp yuvasına taşır, onu afiyetle yerdi. Kartal da olsa bir kuş işte yıkanmak, kahvaltı, av turu, öğlen yemeği, av turu, akşam yemeği ve uyku şeklinde özetlenebilecek basit bir günlük yaşamı vardı. Yalnızdı ama mağrurdu, güçlüydü, asildi. Tabii ki hayatındaki önemli bir eksikliğin de farkındaydı. Evet, bir dişiden, bir hayat arkadaşı, bir can yoldaşından bahsediyorum. Ama kartalımız bu buluşmanın kesinlikle tesadüf eseri olacağını hissediyor, bu tesadüf eseri karşılaşacağı özel dişiyi bekliyor ve bir dişi bulma konusuna hiç kafa yormuyordu. 

Günlerden bir gün kartalımız her günkü öğle sonrası sindirim, spor ve tabii ki av turuna çıkar. Ama ne kadar bakındıysa da tek bir kemirgen ya da sürüngen göremez, ortalıkta sadece birkaç kaplumbağa dolaşmaktadır. Kaplumbağalar tabii ki yemeden önce sarf edilmesi gereken bir sürü çaba nedeniyle ulu kartalımız için uygun bir yemek değilmiş. O, daha kolay yenebilen hayvanların peşindeymiş. Küçük bir esinti ve ardından gelen şiddetli bir rüzgarla hafifçe sarsılan kartalımız o anda diğer hayvanların neden saklandığının farkına varmış. Bir bakmış ki büyük bir fırtına tam kendisine doğru yolda. Anlık bir kararla en yükseklere kadar uçmuş ve yuvasının yolunu tutmuş. Fırtına da yavaş değilmiş, onun kartalımızı yakalaması uzun sürmemiş. Kartalımız tabii ki türünün güçlü, iri örneklerinden biri olduğundan çok zorlanmadan yuvasına varmış. 

Aynı esnada birkaç kilometre güneyden ateş pembesi kanatlarıyla bir flamingo sürüsü geliyordu. Hedefleri yakınlardaki kuzeyinden kartalımızın da mesken bellediği dağdan gelen billur bir nehrin, sularını birkaç metre yükseklikteki şelalelerle döktüğü bir lagündü. Bu lagünün çevresi aklınıza gelebilecek hemen tüm meyvelerin ağaçlarıyla çevrili idi. İlkbaharın sonlarına doğru tüm meyveler de olgunlaştığından tam bir renk cümbüşü hâkimdi. Burası olgun meyveleri toplamak, lagünün billur suyunu içmek, o suda yetişen bin bir çeşit balık ve deniz canlısını yakalamak için gelen göçmen ve yerel birçok hayvanın uğrak yeriydi. Lagün o mevsimde cennetten bir parça gibi görünüyordu. Flamingolarımız artık ağaçlarını ve şelalesini görebilecek kadar yaklaşmışlardı ki lagüne işte o kartalımızı da az önce serinletmiş olan hafif esintiyle karşılaşmıştılar ardından gelen sert rüzgarlarla sağa, sola, yukarı aşağı savruldular. Bu tabii ki fırtınanın sadece başıydı, birkaç saniye içinde sağanak yağmurla beraber korkunç rüzgarlar geldi. Sürü gene de beraber hareket ederek lagüne vardı, yalnız bir tanelerinin eksik olduğunun kimse farkına varmamıştı. Evet, zarif dişi bir flamingomuz fırtınanın rüzgarlarıyla yükseklere, kendisinin kendi çabasıyla çıkabileceğini hayal edebileceğinden çok daha yükseklere savruldu. Önce çok korkan ama hemen ardından korkusunun kendisine bir fayda sağlamayacağını anlayarak kendisini rüzgara bırakan flamingomuz yakınlarda belki de kurtuluşu olabilecek büyükçe bir kaya çıkıntısı gördü ve hemen oraya yöneldi. Kendisini bıraktığından beri artık anlamaya başladığı rüzgarın da tesadüfî yardımıyla fazla zorluk çekmeden kayaya kondu. Kayanın çıktığı yerde bir tane de büyük kovuk vardı, hemen oraya saklanıp kovuğun önünden dışarıda kopan fırtınayı seyrederken hafifçe gülümsüyordu.

Bu gülümsemenin sebebi hayatının güvende olması mı yoksa hep kendisinden korkarak yaşarken bir anda kendisini rüzgara teslim ederek onunla yapmış olduğu barış mıydı hala bilinmez.

Saatler sonra, fırtına dindiğinde ılık bir bahar güneşi belirdi tepede, ilk o an fark etti flamingomuz nasıl güzel bir yere konmuş olduğunu. Çıkıntının üzerinde içinde çeşit çeşit balıklar olan ve dağlardan sızan sularla beslenen irice bir su birikintisi vardı. Suyun kenarları, üzerlerinden uçarken şehirlerde görmüş olduğu nadir çiçeklerle, sanki bir sanatçının ellerinden çıkmış güzellikte bezeliydi. Ama asıl önemlisi, şehirlerde bile çok nadir rastladığı güzellikte kıpkırmızı bir gül hem güneşi selamlıyor hem de flamingomuza nefis kokusunu veriyordu. Bu güzelliğe hayran kalan flamingomuz hemen kovuktan dışarı attı kendisini. Önce su birikintisinin kıyısına giderek bolca su içti, ardından yakaladığı birkaç balığı yedi ve bu cennet kokularından hafifçe uyuşmuş bir şekilde suyun kenarındaki bir kayacığa oturdu. Aradan birkaç dakika geçti ki ancak kocaman kanatlardan gelebilecek yüksek bir sesle irkildi. Başını kaldırıp baktığında büyük bir kuşun, evet yükseklerin hâkimi kartalımızın bulunduğu yere doğru kanat çırptığını gördü.

Kartalımız da saatlerce süren fırtına esnasında kovuğunda oturmuş kâh uyuklamış kâh dışarıyı seyretmişti. Tabii bu kadar saatte o da susamış ve şimdi su içmeye geliyordu. Kartalı gören flamingo ayağa kalktı; bu, irkilmeden mi yoksa bir anda içini kaplayan, gördüğü kuşun ihtişamına duyduğu hayranlıktan mıydı bilinmez. Kartalın bir büyük hatta bir de küçük flamingoyu sarabilecek kadar büyük, güçlü kanatları flamingoyu çok etkiledi. Flamingonun ateş pembesi rengini çoktan fark etmiş olan kartal onun yakınına ama yine de aralarında onu ürkütmemek için çok da az olmayan bir mesafe bırakarak zarifçe kondu. Kartal, sanki flamingonun kaçmayacağını biliyordu ki zaten kartalımızın gücü ve üstelik bir de zarafetinden etkilenmiş olan flamingomuzun da kaçmak gibi bir şey aklının ucundan bile geçmemişti. Onun zarafeti ve ateş pembesi rengi de kartalı en az onun kadar etkilemişti. 

Bütün gün sadece sustular, bakıştılar ve arada sırada su içtiler, bu meşgaleye öyle dalmışlardı ki kartalımız günlük av turlarının ikisini de yapmayı unuttu. Akşam olunca kartalımız zarifçe havalandı ve hızla yükselerek yuvasına döndü. Yalnız kalan flamingo kovuğuna girerek yüzünde tekrar oluşan o hafif gülümsemeyle düşüncelere daldı. Kartaldan gerçekten etkilenmişti, bir taraftan da o bir sürü hayvanıydı yani içgüdüleri ona sürüsüyle beraber hareket etmesini söylüyorlardı. Bir ses daha vardı içinde, özne kullanmadan konuşuyordu, dedikleri herkesi, her şeyi kapsıyordu. Kartalın etkileyici gücü çıkartmıştı bu sesi içinden ve artık onu çok net duyabiliyordu. Bu sesi kelimelere dökemeyeceğim çünkü bu ses aslında belki de ona ses adını veremeyeceğimiz kadar sessiz, sadece hissedilebilir bir sesti. Bu sese göre ki içindekilerden en yüksek sesli hissedileni buydu, flamingomuz burada kalmalı ve kartalla daha uzun vakit geçirmeliydi.

Tatlı rüyalarla dolu deliksiz bir uykudan sonra kendisini selamlayan güneşe karşılık verebilmek için hala yüzünden kaybolmamış olan gülümsemesiyle kalktı flamingomuz. Suyunu içip birkaç balık atıştırdıktan sonra biraz da yıkandı. Ardından ayakları suyun içinde kıyıya yakın bir yerde beklemeye başladı; içindeki, o eşsiz güzellikteki duyulamaz, sadece hissedilebilir sesi içinden çıkaranı.

Çok beklemesine gerek kalmadı, zaten bütün gece aynı sesten dolayı gözünü bile kırpamamış olan kartal halen sahip bile olmadığını kaybetme korkusundan doğan hafif bir tedirginlikle yine de zarif bir şekilde birikintinin kıyısına kondu, bu sefer tanıdık olmalarının verdiği samimiyeti kullanarak biraz daha yakına gelmişti. İşte o anda birbirlerinin gözlerinde içlerinde konuşmakta olan sesin yansımasını gördüler ve bu sesin onları sonsuza kadar birbirlerine bağladığını hissettiler, ya da başka bir deyişle bunu onlara karşılarındakinin iç sesi söyledi.

Sonra kartal, ilk defa yakından gördüğü bu muhteşem güzel kuşun hikâyesini sordu; flamingo ona kartalın da çok yakından tanıdığı rüzgarla yaptığı barışın hikâyesini anlattı. Bir kartalın böyle zarif bir kuştan dinlediği bu kahramanlık öyküsünden etkilenmemesi imkânsızdı. O gün akşama kadar sohbet ettiler, kartal flamingoya dağlardan, oralarda yaşayan hayvanlar ve bitkilerden; flamingo ise kartala gezdiği kıtalar, aştığı okyanuslar gördüğü şehirler ve diğer dağlardan bahsetti. Bütün günü aylakça suyun başında geçirdiler, taa ki ilk akşam gölgeleri uzayana kadar. Bir önceki günden de aç olan ve birikintideki aciz balıkları göklerin hâkimi olan kendisine belki de haklı olarak layık görmeyen kartal kısa bir süreliğine birikintiden ayrıldı. Gölgeler daha iki katına uzamamıştı ki kartalımız tekrardan artık samimi olduğu flamingosunun yanına geldi. Bu sefer iyice sokuldu, bütün geceyi ikisi için de kendilerine de garip gelen cıvıldaşmalar ve sokulmalarla, unutmadan, tabii bir de kahkahalarla geçirdiler.

Artık her günün en azından birkaç saatini beraber geçiriyor, cıvıldaşıyor, kahkahalar atıyor ya da beraberce susup içlerindeki sesleri konuşturuyorlardı. Yazın ortalarına doğru kartalımız flamingosunun gün geçtikçe soluklaştığını, beyazlaştığını fark etti. Onun hastalandığını düşünüyordu ve bu konuda kendisiyle konuşması gerekiyordu ama nasıl insan sevdiği kadına güzelliğinin gün geçtikçe azaldığını söylemekte zorlanırsa o da bu konuyu konuşmakta zorlanıyordu. Bütün akşam bir baykuş gibi düşünceli ve sessiz kaldıktan sonra karanlık çöktüğünde dağları kaplayan nemli güzel dağ baharatlarının kokusunun sarhoşluğuyla flamingoya içini döktü. Flamingo önce sevgi dolu ama kahkahalarla güldü ama hemen durumun kartal için ne kadar ciddi göründüğünü fark ederek açıklamaya girişti. 

Bildiğiniz gibi flamingolar genellikle kabuklu kendileri gibi kırmızımsı deniz hayvanları ve uygun bölgelerde yaşayanları yine aynı kırmızı renge sahip somon balıklarıyla beslenirler. Renkleri de bu yedikleri hayvanların renklerinden gelir. İşte bizim flamingomuz da hastalanmamış sadece kırmızı renkli hayvanlar yiyemediği için beyazlaşmıştı. Bunu duyan kartalımızın içi rahatlamıştı. Fakat bu sefer kaygılanan flamingomuz olmuştu, acaba artık kartalına tanıştıkları günkü gibi güzel görünmüyor muydu? O iç ses yok mu o iç ses, flamingonun tüm aksi çabalarına rağmen bunu kartalın iç sesine hemen fısıldadı. Kartalımız artık kaygılı değildi ama artık her şeyden çok bağlandığı flamingoyu rahatlatma ihtiyacındaydı. Geceleyin biraz düşündükten ve üstüne güzel bir uyku çektikten sonra çözümü bulmuştu.

Ertesi sabahın karanlığında henüz flamingosu uyanmadan yuvadan sessizce aşağı süzüldü. Flamingosunun yoldaşlarının mesken belledikleri güzel lagüne uçtu, diğer flamingolar da daha uyanmamışlardı. Kartalımız bir albatros edasıyla dalarak kocaman bir ıstakoz yakaladı ve doğru yuvaya yöneldi. Pençelerindeki kocaman ateş pembesi ıstakozla kartalımız, elinde kocaman rengârenk bir kır çiçeği demeti ile diğer erkeklerin aşağılayıcı bakışları altında yüzündeki gülümsemesinden hiçbir şey kaybetmeden yeni âşık olduğu sevgilisine giden adama benziyordu. Yuvaya döndüğünde flamingo henüz uyanmamıştı, tabii ki onun kadar güzel, zarif bir kuş birkaç saat fazladan güzellik uykusuna ihtiyaç duyuyordu. Yükünü flamingosunun her gün su içtiği yerde suya bırakan kartal bir süre sevgilisiyle kestirdi. Güneş günü selamlarken uyandılar, hiçbir şeyden haberi olmayan flamingo suyunu içerken kocaman ıstakozu büyük bir sevinçle fark etti. Istakozun orada olmasına hiçbir anlam verememişti ama o, flamingoya hem güzelliğini tekrar kazandıracak hem de onun karnını doyuracaktı. 

Haftalarca kartalımız flamingosunu bu şekilde beslemeye devam etti ve emekleri ürün de verdi, artık flamingosu öncekinden de güzel bir ateş pembesi olmuştu. Tabii kartal hala flamingonun olan bitenden hiç haberi yok zannediyordu ama flamingo defalarca sabah uyanmış ve kartalın yokluğunu fark etmişti önce telaşlanmış ama sonra görmüştü ki kartal büyük bir keyifle ona ateş pembesi su hayvanları taşıyor, onun bu keyfini bozmamak için sessiz kalmıştı. 

Günler günleri kovaladı kartal ve flamingo hayatlarının en güzel günlerini birlikte en güzel günler yaptılar. Bir gün kartal yine bir av turundan dönerken şiddetli bir yaz yağmuruna yakalandı, öyle yaz yağmuru deyip geçmeyin dağlarda bu yağmurlar da küçük, kısa ama şiddetli birer fırtınadır. Tam flamingosuyla beraber yaşadığı kovuğun önüne konacakken şiddetli bir rüzgar onu birkaç metre havaya savurdu ve şiddetle su birikintisinin kıyısına vurdu. Bu çarpışmada aslında kartal çok büyük bir yara almamıştı ama kendisi için çok önemli olan pençelerinden birini destekleyen bacağı kırılmıştı. Böyle avlanması imkânsızdı. Flamingo tabii ki kartalı kovuklarındaki en rahat yere yatırdı, ona gagasında su taşıdı. Birikintiden yakaladığı balıkları pençesini kullanamadığı için çok zorlanacak olan kartal için küçük lokmalara ayırarak ona sundu. Kartal bu durumdan çok memnundu, evet göklerin hâkimi olan kendisi de birazcık da olsa kırılgandı ve aslında zarif bir kuş olan sevgili flamingosu şimdi ona bakarak hayatta kalmasını sağlıyor ve onun kırılganlığını sevgisi ile ısıtıp iyileştiriyordu. 

Bir gece flamingonun aklına bir fikir geldi, neden başka olsundu ki bütün erkekler gibi kartalın da kalbine giden yol doğruca midesinden geçiyordu. Flamingo ertesi sabah güneş daha yuvayı selamlamadan ve sevgili hasta kartalı uyanmadan ovaya inecek, sevgili kartalı için bir sürüngen ya da bir kemirgen yakalayıp getirecekti. Bu onun için kartalın lagünden su hayvanları getirmesinden çok daha zorlu bir görev olacaktı ama bunu kartalı mutlu etmek için denemek istiyordu. 

Ertesi sabah henüz güneş yuvayı selamlamadan kalktı ve kararlılıkla belki de hayatının en zor görevine doğru süzüldü. Gelirken rüzgarı yenmiş onunla barış yapmıştı şimdi ise yüksekliği yenmesi gerekiyordu. Hayatında ilk defa bu kadar yüksekten aşağıya bakıyordu, yavaşça ama hala baştaki karalılığıyla ve adeta bir kartal edasıyla tabii ki bir kartaldan çok daha yavaş lagüne doğru kâh kanat çırptı kâh süzüldü. Lagünde, yeni uyanan ve uyanmakta olan yoldaşları onu görünce çok şaşırdılar. Onun yokluğunu tabii ki fark etmişlerdi ama bir süre bakındıktan sonra artık aramayı da kesmişlerdi. Onlara başından geçenleri bir bir sıraladı ve en son da kartalla yaşadığı aşkı anlattı. Onu hayretle karışık bir hayranlıkla dinleyen yoldaşları kısa bir süre sonra güneye uçacaklarını ve onun kendileriyle gelmek isteyip istemediğini sordular. Aldıkları cevap zaten zarif kuşlar olan flamingoları hem duygulandırmış, hem şaşırtmış, hem de mutlulukla gülümsetmişti. Flamingo onlara hayatının aşkını burada bulduğunu, bu nedenle de geri kalan hayatını burada yaşamaya karar verdiğini söylemişti. Ardından flamingomuz güzelliği için ihtiyaç duyduğu ateş pembesi su hayvanlarıyla karnını iyice doyurduktan sonra hep bir ağızdan söylenen binlerce veda sözcüğünün eşliğinde ovaya doğru uçtu. 

Neyse ki ilk avı çok kolay olmuştu, ovaya yaklaştığında hantal şişko bir tavşan gördü, kartaldan gördüğü tavırlarla tavşanın üstüne bir pike yaptı ve henüz fark edilmeden tavşanı ensesinden yakaladığı gibi yuva yönünde yükseldi. Bir süre uçtuktan sonra yuvasını barındıran dağın yamaçlarına varmıştı. Ağır yüküyle yuvaya kadar uçması güç olacaktı orada kısa bir süre dinlendikten sonra büyük tırmanışına başladı. Flamingolar büyük denizleri aşabilen azimli hayvanlardır bizim için belki yarım saat ama ağır yüküyle zorlukla yükselen flamingomuz için en az beş saat sonra görüş alanına giren yuvanın görüntüsü son gayretleri için flamingoya destek oldu. Kartal da henüz yeni uyanmıştı, flamingosunu ve kendisi için yaptıklarını görünce hislerine hâkim olamadı ve bir damla gözyaşı gözünden aşağıya süzüldü. Flamingo aynı av turunu birkaç kez daha yapmıştı ki kartalın bacağı iyileşti.

Bir akşamüzeri flamingo kartala yoldaşlarıyla karşılaşmasını, onların birkaç gün içinde daha sıcak olan güneye uçacaklarını ve kendisinin de önemli karar vermek zorunda kaldığını, hatta vermiş olduğu bu kararı da anlattı. Farkında değillerdi ama bu hayatlarının en önemli anlarından biriydi. Kartal anlatılanları mutlulukla ama flamingosunun bu kararla kaybettikleri için azıcık da bir hüzünle dinledi ve o da kararını verdi. Flamingoya ertesi gün kendisi için bir sürprizi olduğunu söyledi. Bunu duyan flamingo tabii ki bütün dişilere bahşedilmiş merakıyla sürprizin ne olduğunu söyletmek için kartalın çevresinde uzunca bir süre zıpladıktan sonra kartalın kararlılığına yenik düşerek sürprizini beklemenin büyük mutluluğu ama onun ne olduğunu söyletememiş olmanın hafif sızısıyla, yüzünde tekrar o başlarda bahsettiğimiz gülümsemesiyle uykuya daldı.

Ertesi sabah artık adet olduğu üzere kartal, henüz güneş yuvayı selamlamamışken ve flamingo tatlı bir sabah uykusundayken sessizce yuvadan süzüldü. Yakınlardaki bir dağ çayında oluşmuş küçük bir doğal havuzda yetişen göz kamaştırıcı güzellikte bir nilüfer biliyordu. Dağın yamaçlarında ovaya çok yakın bir yerde dağda yeni bir kaya çıkıntısı ve şimdi içinde yaşadıklarından daha büyük bir kovuk görmüştü. Göklerin hâkimi olarak bu güne kadar o kovuğu bir yuva olarak kullanabileceğini hiç düşünmemişti. Artık kendi türünden olmasa bile dünyada eşi benzeri olmadığına inandığı bir eşi vardı, kendisi için dağın doruğuna uçmak sadece birkaç dakikalık bir sabah sporu olurdu ama bu yuvadan sevgili flamingosu istediği zaman lagüne istediği zaman da kartal bacağını kırdığı zaman olduğu gibi ovaya uçabilirdi. Topladığı nilüfer çiçeklerini oraya taşıdı ve onlarla bir kartalın hatta bir flamingonun hayatında hiç göremeyeceği güzellikte bir yuva yaptı. 

Eski yuvalarına döndüğünde güneş tepe noktasını geçmişti, flamingo artık böyle durumlarda hiç telaşlanmıyor hatta kartalın başına buyruk yaşamasını sanki destekliyordu. Kartal flamingoya sürpriz için aşağı doğru uçmaları gerektiğini söyledi ve beraberce aşağı doğru süzüldüler. Kartalın kendisi için yapmış olduğu, bir kuşun bir kuş hayatında görüp görebileceği en güzel yuva görüş alanlarına girdiğinde flamingo, heyecanla kartalı bile geçerek hızla yeni yuvalarına yerleşti. Bu yuvada, yıllarca bu güne kadar yaptıklarını aratmayacak kadar, çıkar gözetmeksizin yaptıkları karşılıklı özverili davranışlarıyla besledikleri aşkları ve ikisi mutlu mesut yaşadılar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
----------------O---------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder