1 Kasım 2014 Cumartesi

Öykü III/III KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ’IN BAŞINDAN GEÇENLER

Yazan: Şaman Bayyurt

KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ’IN BAŞINDAN GEÇENLER
         Kırmızı Başlıklı Kız ormanın karşı tarafına giderken taşıdığı sepetin ağırlığı ve nemli sıcak havanın etkisiyle yarı yolda yorgun düştü. Biraz dinlenmek için bir ağaç kütüğünün üzerine oturdu. Ormanda hayvanlarla yalnızken hep yaptığı gibi, giysilerini çıkarmış, elinde taşıdığı sepetin içine yerleştirmişti. Annesinden aldığı doğa tanrıçasını andıran kokusunu ormandaki hayvanlar kilometrelerce öteden alabiliyorlardı.
Ormanın tüm seslerine aşina olduğu için arkasında hışırdayan çalılar Kırmızı Başlıklı Kız’ın hemen dikkatini çekti. Dönüp baktığında, karşısına çıkan ufak tefek, biraz da dişil görünen erkek kurttan, önce irkilmedi. Ama hayvanın gözlerine dikkatlice baktığında, kurdun kendisini yemek için oraya gelmiş olduğunu anladı. Doğayla çok güzel iletişim kurabilen kız, kurtla anlaşmaya çalışarak vakit kazanmanın bu durumda yapabileceği en akıllıca şey olacağını düşündü. Belki, diğer dost hayvanlar gelir ve onu kötü kurdun elinden kurtarırlardı.
Gözleri vahşetle kıpkırmızı parlayan hayvanla sevecen bir sesle konuşmaya başladı. Önce kendisini neden yemek istediğini sordu. Hayvan, karnının aç olduğunu ve onun saldığı nefis kokunun iştahını arttırdığını söyledi. Kız, iştahını yemekten bile daha güzel tatmin edebilecek bir şey bildiğini söylediğinde, kurdun gözleri merakla açıldı ve kıza onun ne olduğunu sordu. “Hiç, bir insanla seviştin mi?” diye sordu kız. Kurdun cevabı olumsuzdu ama meraklanmıştı. “Peki, hiç sana bir insan dokundu mu?” dedi kız. “Hayır” dedi iyice meraklanan kurt.
Sakince, çok doğal ve akıcı bir hareketle kurdun önünde çömelerek, yavaşça elini uzattı. Hayvanın erkeklik organına dokundu ve onu hafifçe okşamaya başladı. Organ bir anda büyüdü. Hayvan, kızın etkisi altına girmişti. Artık, kesinlikle onu yemek ya da ona zarar vermek istemiyordu, hatta ona âşık olmuştu. Evet,  zarar vermek istemiyordu, ama bu aşkın yol açtığı cinsel dürtüsü dayanabileceğinden çok daha kuvvetliydi.
Hayvan hızlıca arka ayaklarının üzerine kalktı ve ön ayaklarını, şiddetle, tepkinin etkisiyle elleri ve dizlerinin üzerine çökmek zorunda kalacak olan kızın omuzlarına koydu. Kurt çok hızlıydı ve kızın ıslak karanlığı için yanıp tutuşuyordu. Karanlığın kokusu ve onun çıplak teni, kurdu çok tahrik etmişti. Hiç düşünmeden, çabucak kızın arkasına geçti. Ön ayaklarını onun omuzlarına, cildine zarar vermeyecek şekilde ama kararlıca bastırarak arka ayaklarının üzerine kalktı. Vahşi hayvan kendinden geçmiş gibi görünüyordu. Kemiğini organının içine itip ileri geri hareketlerle kızın ıslak karanlığını aramaya başladı.
Bu olaydan birkaç hafta önce, ılık bir mayıs akşamı, Kırmızı Başlıklı Kız’ın anne ve babası, yani kral ve kraliçe sarayda bir bahar balosu düzenlediler. Konuklar arasında yıllar önce Anakraliçe’nin evlendirdiği yaşlıca bir baron ve eşi vardı. Barones yaşına göre hala muhteşem güzel görünüyordu. Anakraliçe akşam yemeğinden önce, bir fırsatını bulduğunda, baronesin hikâyesini ballandıra ballandıra anlattı. Onu nasıl giydirip güzelleştirip ölmeden hemen önce kocasına sunduğunu ve kızın böylece kendi ailesinin asaletinin bir parçasını alarak asiller camiasına katıldığını gururla sözlerine ekledi. Kralla olan evliliği esnasında yakından da tanıdığı bu, kendisinden 20 yaş kadar küçük olan baronla kızı tanıştırmış ve evlenmelerine önayak olmuştu. Gecenin sonuna doğru Kırmızı Başlıklı Kız ve güzel barones sarayın sonsuz ormanlarla kaplı bahçesinde küçük bir gezintiye çıktılar. Gözünü üstlerinden ayırmayan Anakraliçe onların yokluğunu hemen fark etti ve sessizce peşlerine düştü.
Barones ve Kırmızı Başlıklı Kız bir süre bahçede dolaştıktan sonra kızın çok sevdiği o kuyubaşına geldiler. Kız baronesten izin isteyerek sanki bir doğa ritüelini tekrarlarmış gibi çırılçıplak soyundu ve kuyudan çektiği bir kova suyu büyük bir zevkle başından aşağıya döktü. Barones, kızın, suyu çektiği sırada, dolunay ışığında kızgın bir bronz heykel gibi parlayan vücudunu seyrederken ıslandığını fark etti ve kızın muhteşem göğüslerini okşamadan edemedi. Ardından kızı dudaklarından öptü ve kuyunun kenarına oturttu. Kız elleriyle sıkıca çıkrığın dikmelerini tutarak ayaklarını açık bir şekilde havaya kaldırdı. Barones, kızın sütun gibi düzgün bacaklarının arasında diz çökerek onu yalamaya başladı. Kızın derinden gelen inlemeleri baronesi daha da şevklendirdi, dilini, hep daha derinlere sokarak büyük bir zevk ve iştahla karanlığı dakikalarca yaladı. Kızın çığlıkları yükseldikçe yükseldi.
Bu, görünüşte bir zamanlar yaşlı çınarla yaşadıklarına çok benziyordu. Ama bir insanın bilinçlice hedefe yönelik olarak her seferinde doğru yeri yalayan dilini kullanması ve bunun verdiği kesintisiz cinsel zevk hissi de oldukça farklıydı. Bir süre sonra kız iyice ıslanmıştı ki, barones, kızın ıslak karanlığına işaret parmağını ilk eklemine kadar soktu ve çıkarttı. Kız, neden durduğunu sorduğunda ise barones, ona anlatacak şeyleri olduğunu söyledi:
Barones, kıza büyükbabasının öldüğü gün sarayda kraliçeyle arasında geçenleri anlattı, “Hemen hemen az önce yaptığımız gibi olmuştu. Aslında önce korkmuştum ama kraliçenin şehvetli dokunuşları korkumu kısa sürede zevk dolu bir hisse çevirmişti” dedi. “Yalnız, o gün kraliçe, ıslak karanlığıma işaret parmağıyla beraber başka bir şey daha sokmuştu. Soktuğu şey çabucak içimde erimiş ve karanlığımı serin hatta soğuk bir duygu kaplamıştı” diye de ekledi.
Belki de Anakraliçe’yle aynı cinsel eğilimlere sahip olan Kırmızı Başlıklı Kız olan biteni çok iyi anladı ama ıslak karanlıkta eriyen o nesneye bir anlam veremedi. Saklandığı yerden, onları dinleyen Anakraliçe biraz tedirgin oldu ama hala ikisinin de bildikleri çok az olduğundan üzerinde durmadı.
İsmini, emekli olunca, sarayın uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı bahçesinin karşı tarafına taşınan dadısının, ona veda hediyesi olarak verdiği ve onun da kafasından hiç çıkarmadığı bir başlıktan alan Kırmızı Başlıklı Kız, annesinin doğa sevgisini ve tüm fiziksel güzelliğini almıştı. Gün batımı kırmızısı düz uzun saçları, annesinin çilleri, hokka burnu, bir zencininkini andıran dolgun pembe dudakların süslediği biraz büyükçe ama güldüğü zaman güneşleri doğduran bir ağzı ve narin ama kararlı bir çenesi vardı. Çilli uzun boynunun altındaki hafif genişçe omuzları, birer yarım asma kabağıymışçasına dimdik olan ve elbisesinin yakasından taşan iri göğüslerini gururla taşıyor gibi dururlardı. Narin, incecik beli, birer küçük karpuz gibi hafif irice olan kalçalarına öyle bir tezat oluşturuyordu ki, elinizi kızın beline koymak isteseniz onu nereye koyacağınız konusunda bir çelişkiye düşerdiniz. Dümdüz uzun bacaklarının altındaki minicik ayaklarıyla öyle hızlı koşabilirdi ki bahçedeki hiçbir hayvan onunla yarışamazdı.
Kız tabii ki tüm özelliklerini annesinden almamıştı. Büyükannesinin gözlerinde parlayan ve zamanında birçok erkeğin canını yakmış olan o şeytani kıvılcım bu kızda da vardı. Kızın, bu şeytani içgüdüden kaynaklanan ama yine de Anakraliçe’ninkilerle yarışacak düzeyde olmayan bazı garip davranışları da yok değildi.
Kız, aynen annesi gibi çoğunlukla bahçedeki kuyunun başında oynardı.  Ama o, doğa sevgisini kendi akışına bırakmıştı… Yaşlı bir çınara yaslandığında, ten teması düzeyini dorukta tutabilmek amacıyla bunu çırılçıplak yapardı. Islak karanlığının kokusu annesininkiyle aynıydı. Tahmin edersiniz ki ağaç bu durumda kendini çok daha şanslı hisseder ve çok daha çabuk, ıslak karanlığın hizasında ama birazcık aşağıdan bir dal çıkartırdı. Bu dallar kızı önceleri gıdıklar, eğlendirirdi. Ama birkaç yıldır karanlığına sürtünen dallar daha değişik bir his vermeye başladılar. Zaten karanlığın ıslanmaya başlaması da kız, bir bahar günü yaşlı bir çınarla adeta sevişirken olmuştu:
Üç sene kadar önce, güzel bir bahar günü, her zamanki gibi çırılçıplak ormanda dolaşırken esen ılık bir meltem, bulunduğu yere, cinselliği çağrıştıran kokular taşımıştı. Büyük bir olasılıkla yakınlarda iki hayvan çiftleşiyordu. Kızın o zamanlar cinsellikle ilgili hiçbir fikri yoktu ama aldığı koku sanki ona bir şeyleri açıklar gibiydi. Belki de ilk cinselliğine duyduğu bilinçsiz açlığı tatmin edebilmek için yanındaki yaşlı bir çınara öylesine sıkı sarılmıştı ki çınar, önce kendisine verilen bu hediyenin sarhoşluğuyla, kızın ıslak karanlığının hizasından filizlenmeyi bile unutmuştu. Gelen kokuya seks inlemeleri de eşlik etmeye başladığında, tatlı sarhoşluğundan biraz uyanır gibi olan çınar gerektiği yerinden hemen filizlendi, küçük, kısa ama işaret parmağı kalınlığında bir dal çıkarttı.
“Ağaçlar hareket eder mi?” demeyin.  Bu ağaç bütün bu cinsel uyarıların etkisi altında, yumuşacık taze yapraklarıyla donattığı dalını ileri geri hareket ettirmeyi beceriyordu. Amacı tabii ki kızla cinsel ilişkiye girip neslini türetmek değildi. Görmüş geçirmiş yaşlı bir çınar olan bu ağaç kendi soyunun ve altındaki sevişmeleriyle üreyip bir sene sonra yavrularıyla onu ziyarete gelen insanların nasıl çoğaldığını çok iyi biliyordu. Amacı sadece doğadaki tüm canlılar gibi âşık olduğu bu tanrıçaya zevk vermekti. Ağacın ileri geri hareketleri öyle bir zevk veriyordu ki kız yavaş yavaş ve derinden inlemeye başladı. Bir süre sonra henüz hiç fark etmemiş olduğu bir şey oldu ve karanlığı hayatında ilk defa ıslandı. Bu ıslaklığın baş döndürücü güzellikteki kokusu, uzaktan gelen cinselliğin izlerini bir anda havadan sildi. O anda sadece o ve yaşlı çınar vardı. İkisi de çok mutlu, zevk dolu bir beraberliğin birer yarısıydı. Çınar durmadı. Kız, ormanın her yerinden duyulabilecek yükseklikteki zevk çığlıklarını dakikalarca atıp sonunda rahatlayana kadar devam etti. İşte Kırmızı Başlıklı Kız’ın cinsellikle ilk tanışıklığı böyle olmuştu.
Bu olayın üzerinden birkaç bahar geçmişti. Güneşli bir gün, Kırmızı Başlıklı Kız sarayın bahçesindeki, çok sevdiği kuyubaşında, ormanda hep yaptığı gibi çırılçıplak, bir ağacın altında uyuyakalmıştı. Önündeki mis kokulu baharatlar ve yaban otlarının arasından bir kaplumbağa çıktı. Kızın, tanrısal ıslak karanlığının, daha da tanrısal kokusunun etkisi altında, sessiz ve yavaş kaplumbağa adımlarıyla kızın bacaklarının arasına girdi. Doğruca karanlığa yöneldi. Koku gittikçe güçleniyor ve kaplumbağa da gittikçe daha fazla tahrik oluyordu. Hayvanın, karanlığa yeterince yaklaşıp onu yalamak dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ve onu da yaptı.
O esnada kız, hayatından çok memnun, tatlı bir gülümsemeyle uyandı. Kaplumbağanın kendisini bir süre daha yalamasına izin verdi. Sonra onu iki eliyle zarifçe tutup yanındaki çimenlerin üzerine koydu. Kaplumbağayla selamlaşıp onun nereden gelip nereye gittiğini sordu. Kaplumbağa, eski sahibi olan cadının ölmüş olduğunu ve artık ona zarar vermeyeceği için, açığa çıkması bazı kişilerin işine yarayacak ve bazı kötü kişilerin ise cezalandırılmasına yol açacak birkaç sırrı yaymak üzere yola çıktığını anlattı. Kızın hiçbir şeyden haberi yoktu. Hafızası kendini hiç yanıltmamış olan kaplumbağa, kızı, yıllar önce cadının evine gelen kadına olan benzerliğinden dolayı tanıdı, kadın da sonuçta kızın büyükannesiydi.
O, şimdi ölmüş olan cadı sahibiyle birçok güzel an yaşamıştı. Kadın ona vücudunun tüm cinsel uzuvlarını gösterir ve yalatırdı. Hatta bazen başını ıslak karanlığına sokmasına izin verirdi. Artık bir insan kadınıyla yaşanan cinsellik, bu kaplumbağa için de bir zevk kaynağı hatta bir ihtiyaç olmuştu. Ondan bundan konuşur ve kız, bir zamanların şeytani güzeli büyükannesine de biraz çekmiş ve onun cinsel eğilimlerini almış olduğundan kaplumbağaya, hiçbir yadırgama belirtisi göstermeksizin, o neresini görmek isterse gösterir ve yalatırken.
Kaplumbağa ona, yıllar önce cadı ile zamanının kraliçesi olan Anakraliçe arasında geçen konuşmadan bahsetti. Sonra da Anakraliçe’nin, o zaman aynen cadının da tanımladığı gibi, erkeğin, cinsel organından vücuduna giren ve onu birkaç saat içinde hiçbir ön belirti olmaksızın öldüren, kadınlara ise hiçbir zarar vermeyen bir fitil satın aldığını anlattı. Bir süre sürdürdükleri bu oynaşma, yalaşma ve sevişmelerden sonra yüzünde pişkin ve bilge bir gülümsemeyle, bu doğa tanrıçasıyla yaşadığı zevk dolu anların etkisiyle, ağzı kulaklarına vararak yoluna devam etti.
Kırmızı Başlıklı Kız da az önce yaşadığı zevkli anları sindirebilmek için bir süre orada, yaşlı ağacın gölgesinde yattı. Bu esnada kafasındaki bazı soru işaretlerinin yok olduğunu ve bazı olayların onun için açıklığa kavuştuğunu fark etti. Bir cinayetin nasıl işlenmiş olduğunu anlamıştı. Bu hem iyi hem de kötüydü. Cinayeti büyükannesinin işlemiş olması küçük kızın tüylerini ürpertiyordu. Barones ve kaplumbağanın anlattıklarını birleştirince cinayetin nasıl işlenmiş olduğunu açıkça gözlerinin önüne getirebildi. İçi, cani büyükannesine karşı büyük bir korku ve dedesini öldürenin öz büyükannesi olması nedeniyle büyük bir hüzünle dolmuştu.
Kırmızı Başlıklı Kız, akşamüzeri kafasında bin bir düşünceyle saraya döndü. Akşam yemeğinde, her zamanki cıvıl cıvıl halinin eksikliği fark edilip ona sorulduğunda, “Herhalde gölgede yatarken hafif üşütmüş olmalıyım, biraz kırıklık hissediyorum.” dedi ve o an için sorgulanmaktan kurtuldu.
Günler günleri kovaladı. Kızın büyükannesine karşı olan nefreti de her geçen gün katlanarak arttı. Anakraliçe de bunu fark etti ve bir gün torununa nesi olduğunu sordu. Hep doğruyu söyleyen kız, bu kez, korkusundan gerçeği söyleyemedi. Yalnızca tanıdığı kızların birer tonton dedeleri olduğunu ve bunun eksikliğini çok duyduğunu söyledi. Bu kadarı Anakraliçe’ye yetmişti. Hızlı yaşadığı hayatı boyunca karşılaştığı birçok insanın tecrübesine sahip, yaşlı bir kadındı. Onu kandırmak zor, hatta imkânsızdı. Anakraliçe hemen bir plan yaptı.
Aynı gün öğlen yemeğinden sonra Anakraliçe, eskisi öldüğü için, methini uzunca bir süredir duyduğu diğer bir cadıya gitti. Cadı onu bahçe kapısında, omzunda, gökkuşağı renkli kuyruğu olan gri papağanı ve ayaklarına sürünüp kendini okşayan kara kedisiyle, büyük bir tezahüratla karşıladı. Hava güzel olduğu için bahçedeki kameriyede oturdular. Cadı ufak bir büyüyle mutfağında çayın demlenmesini sağladı, ardından gidip hazır demlenmiş, özel otların karışımından olan çayı aldı ve ikisi için de birer fincan doldurdu. Tabii arsızca miyavlayan kedisine bir tas süt, bas bas bağıran papağanına da biraz su vermeyi ihmal etmedi.
Bir ritüel gibi yapılmış bu konuksever hareketler sayesinde rahatlamış olan Anakraliçe hemen konuya girdi ve derdini anlatmaya başladı. Tabii konuyu kendi açısından, biraz çarpıtılmış bir biçimde yansıttı. Plan şöyleydi:
Anakraliçe hasta dadısına kek ve şurup götürmesi için Kırmızı Başlıklı Kız’ı sarayın uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı bahçesinin karşı tarafına gönderecek ve kendi de bir erkek kurt kılığında gelerek Kırmızı Başlıklı Kız’ı öldürüp yiyecekti. Böylece, cinayeti kendisinin işlediğini bilen hiç kimse kalmayacaktı.
Cadı, Anakraliçe’nin isteklerinin gerçekleştirilebileceğini söyledi. Yalnız, iki şartı vardı:
Öncelikle cadı, Anakraliçe’yi tabii ki bir insanı parçalayıp yiyebilecek güçte ama yine de sadece ufak tefek ve dişil bir erkek kurt yapabiliyordu. Eğer bir erkek kurtla cinsel ilişkiye girerse büyü bozulacak ve Anakraliçe eski haline dönecekti. Kırmızı Başlıklı Kız’ın doğa sevgisini ve onunla mükemmel iletişim kurma yeteneğini duyduğu için, cadı ikinci koşul olarak, için Anakraliçe’ye kesinlikle onunla konuşmamasını söyledi. Kurt olması durumunda aklı ve duygularının da kurt aklı ve kurt duyguları olacağını ekledi. Konuşursa, Kırmızı Başlıklı Kız’ın onu kolayca etkisi altına alabileceğini belirtti. Anakraliçe kendisine Kırmızı Başlıklı Kız’ı yemeyi hedefleyip, yalnızca bu hedefe ulaşmak amacıyla gidip kızı yemek zorundaydı. Yaşlı kadını bu şartlar korkutmamıştı. Kendisini bir erkek kurda çevirecek büyülü sıvıyı cam bir şişe içinde aldı ve yola koyuldu.
O akşam Anakraliçe, Kırmızı Başlıklı Kız’ı yanına çağırarak “büyükanne” dediği eski dadısının çok rahatsızlanmış olduğunu ve kendisini görmek istediğini söyledi. Onu hemen ertesi sabah bir şişe şurup ve bir kekle büyükannesine gitmekle görevlendirdi. O gece Kırmızı Başlıklı Kız yine kafasında bin bir düşünceyle uykuya daldı. Rahatsız bir uykudan sonra sabah erkenden kalktı. Henüz daha kimse uyanmadan hasır bir sepete koyduğu kek ve şurupla yola koyuldu. İçinde kötü bir his vardı ama yine de büyükannesinin emrine boyun eğdi. Çok uzun bir yolu vardı, ormandan geçerken çok sevdiği dadısı için orman çiçekleri topladı.
Birkaç saat yol aldıktan sonra hikâyemizin başında bahsettiğimiz ağaç kütüğünü gördü. Erkek kurtla karşılaşmasını, onu nasıl etkisi altına aldığını, kendisine nasıl aşık ettiğini ve bu aşkın nasıl çığırından çıktığını biliyoruz. Küçük ve dişil erkek kurt, organıyla Kırmızı Başlıklı Kız’ın ıslak karanlığını ararken zevk ve şehvetten o kadar çok hırıldıyordu ki arkasındaki çalıların hışırdadığını fark etmedi. İşte o anda, arkasında, tüm ihtişamıyla gerçek bir erkek kurt belirdi. Küçük kurt ne olduğunu anlayamadan erkek kurt organını büyük bir hışımla ona sapladı ve büyü bozuldu, küçük kurt Anakraliçe’ye dönüştü.
Başladığı işi hiçbir zaman bitirmeden bırakmama alışkanlığına sahip erkek kurt yaklaşık bir saat Anakraliçe’yle cinsel ilişkisine devam etti ve kuvvetli pençelerini onun omuzlarına saplayarak kaçmasına izin vermedi. Bu arada Kırmızı Başlıklı Kız can havliyle kurt tarafından taciz edilmekte olan büyükannesinin elinden kurtuldu. Onun ilerlemiş yaşında bu çılgınca birleşmenin etkisiyle bir kalp krizi geçirerek can çekişmesini istemeyerek, biraz üzüntüyle ama adaletin de yerini bulmasından hafif memnun seyretti.
Dadısının hasta olması hikâyesinin gerçek olmadığını anlayan Kırmızı Başlıklı Kız geri döndü ve saraya doğru yoluna devam ederken kendi yaşlarında bir kız ve bir oğlanla karşılaştı. Bütün bu kötü deneyimlerine rağmen hala cana yakın olan kız onlara isimlerini ve nereye gittiklerini sordu. Kız isminin Gretel oğlan ise Hansel olduğunu, ikiz olduklarını ve evlerinin yolunu kaybettiklerini söylediler. Ardından Anakraliçe’nin gittiği cadının evinin yönünde yollarına devam ettiler.
Kırmızı Başlıklı Kız akşam üzeri saraya vardı ve hikâyesini annesiyle babasına anlattı. Saray muhafızları gönderildi, Anakraliçe’nin cesedi arandı ama nafile, muhafızlar cesedi bulamadılar. Aslında yaptığı kötülüklerden sonra da ne kral ne de kraliçe cesedi bulmak için çok fazla uğraşılması taraftarı olmadılar. Olay unutuldu. Kral, kraliçe ve Kırmızı Başlıklı Kız hayatlarının sonuna kadar bazen mutlu bazen de mutsuz yaşadılar.
Bir sonraki hikayemizde kızın ormanda karşılaştığı iki genç insanın yollarının nereye vardığına bakacağız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder