22 Aralık 2014 Pazartesi

Türkiye altyapı, inşaat sektörü ve ulaşım olanakları açısından ne kadar gelişmiş durumdadır?

Altyapı olarak gelişmiş ülkelerle ülkemizi kıyaslayabilecek durumdayım. Altyapı kavramı göreceli bir kavram olmakla beraber. Bir ülke, bir kent için gereken yol, su, elektrik, gaz, kanalizasyon, peyzaj, çevre ve ulaşımı içerir ki yine her madde ayrı bir muammadır. 

İlk olarak iktidarın diline pelesenk olan yollardan başlayalım. Yol yapımının en meşakkatli ve pahalı kısmı asfalt dökülmeden önce yapılması gereken yol atyapısı çalışmalarıdır. Daha yolun tanjantları çizilirken çevredeki dolgu malzemesi kaynakları, akarsular, tepe ve vadiler araştırılır ve yol bu bilgiler ışığında optimize edilerek çizilir. Hafriyat bildiğimiz üzere çok pahalı bir uğraştır. Yol için ise resmen en iyinin en iyisi malzeme kullanılmalıdır. Burada kullanılan malzemenin şekli, boyutu, kimyasal yapısı da işin içine girer. Tamamının doğru olması gerekir ki ne malzeme kaysın ve çöksün ne de suyla erisin ve çöksün. Buraya kadar hep doğru seçimler yapıldıktan sonra yolun direnaj çalışmaları başlar, yolun altına yer yer drenaj boruları, menfezler yapılmalıdır. 100 yıllık taşkın değerleriyle ki burada da hidroloji mühendisliği için içine girer bu menfez ve borular yerleştirilir. Ondan sonra yol yapım çalışmalarına başlanabilir ki o da çok zaman alan meşakkatli bir iştir. Altyapı malzemesi 10cm gibi katmanlar halinde düzleştirilmiş zemine serilir, greyderle üstünden geçilerek düzleştirilir ve ardından sıkıştıma makineleriyle sıkıştırılır. Bir sonraki 10cm malzeme gelir, aynı işlem baştan ta ki gereken yüksekliğe ulaşılana kadar. Sonra taşıyıcı asfalt katmanı %2 yanal eğimle serilir ki yolun kenarına koyacağımız drenaj kanallarıyla yolun üstündeki su hemen tahliye edilebilsin. Bilindiği üzere asfaltın en büyük düşmanı sudur. Üstüne aşınma katmanı serilir ve yol hazırdır. Bu şekilde ve doğru hesaplarla yapılan bir yol altyapı olarak sonsuza kadar üstyapı olarak da 20 sene yaşar, her beş senede bir bakım yapılması şartıyla. 

Gelelim yurdum yollarına; yukarıda saydığım doğru yapılması gereken yığınla adımdan bir tanesi bile doğru yapılmadığından çok değil bir sene içinde çökerler, çatlarlar ve tamir edilmez bir hal alırlar. Bu durum sadece şehirler arası yollarımızda değil şehir içi yollarımızda da oluşur. Bu ülkeye yol yapımı açısından yüksek bir not veremeyeceğimiz aşikardır. Her yağmurda yeni yapılan Üsküdar meydanı denizle birleşirken, başkentimizde altgeçitlerde insanlar mahsur kalırken, yol partisinin yaptığı duble yollarda insan boyunda çökmeler oluşurken ülkemizin yol notu sıfıra yakınsar. 

Su konusuna gelince öncelikle her sene yağan yağmurlarımız her nedense barajlarımıza ulaşmaz. Ülkeyi sel götürür bir tek barajlar boş kalır. Türkiye'nin su altyapısı tüm şehirlerimizde berbattır, ODTÜ hocalarından bildiğim kadarıyla sisteme basılan içme suyumuzun tam yarısı sızıntılarla kaybolur. Zaten şehirlerimizin içme suyunun yarısı belki de daha fazlası günümüzde her yüz metrede bir olan AVM-Rezidans, cami şantiyelerinde harcanıyor. Ankara'ya uygun arıtma tesisi olmadan zehirli atıklarla dolu Kızılırmak suyu verilmekte insanlar hasta edilmektedir. İstanbul'da ise minicik bir akarsu olan Melen Çayından medet umularak milyonlarca liralık su ulaşım tünelleri yapılmaktadır. Aslında tesisatlar yenilense suyun abartmıyorum tamamı kurtarılabilir ve suyumuz gerçekten yeter. Ufak ufak kazılarla, bölge bölge yapılabilecek bu işlem seçimlerde kullanılamayacağı ve uzun süreli olduğu için yetkililerce önemsenmemekte ve yapılmamaktadır. 

Elektrik konusunda da geri kalmış bir sisteme sahibiz. Güneydoğu Anadolu'dan gelen elektrik olmasa tümümüz karanlıkta kalırız. Bu konuda aslında DSİ'nin HES çalışmaları vardır ama bu durum da halkımız tarafından hoş karşılanmamaktadır. Tabii burada yapılan bol hatalı mühendislik uygulamalarının da payı vardır. HES'lerimiz taşkın suyunu tutacak boyutlarda yani küçük ama daha sık yapılabilir, dolayısıyla ırmaklar, nehirler, çaylar kurutulmadan da bu iş yapılabilir. Avrupalılar da nehirlerine birkaç kilometrede bir ufak bir HES kurmuşlardır ama yöre ekolojisini fazlaca bozmadan. Orada da bir çok küçük kentin kendi HES'i vardır ve elektriklerini oralardan alırlar. Suyla oynamak dünyanın her yerinde çok riskli bir iştir. Hiçbir su mühendisliği projesi %100 doğru olamaz ama bizdekiler %50 bile doğru olamıyor. Ülkemizin doğru projelendirilmiş küçük HES'lere ihtiyacı vardır. Zaten GAP gibi büyük tesisler stratejik olarak da çok tehlikelidirler. Ülkenin elektriğini kesmek sağlam bir bombaya bakar. Güneş zengini ülkemizde aslında en verimli enerji kaynağı güneş enerjisi santralleri olacaktır. Hindistan yapıyor, ABD yapıyor hatta güneşsiz Almanlar bile yapıyor, fakir ülke olarak Meksika bile yapıyor, biz de yapabiliriz. Güneş enerjisi santrallerinin ne doğaya, ne çevreye hiçbir zararı, tehlikesi yoktur. 

Gaz konusunda diyecek bir şey yok, tamamen dışarıya bağımlıyız. Tek çözüm gaz yerine elektrik kullanmak ve o elektriği de güneş enerjisi santralleriyle üretmek olur. Belki inanmazsınız ama o tür santraller en az 50'lerin teknolojisi nükleer santraller kadar enerji üretebiliyor. Kanalizasyon konusu da zaten ülkemizin büyük dertlerindendir. Tüm yurtta tesisatlar eskidir ve eski modadır. Hala eski beton künkler kullanılmaktadır ve bol bol sızıntı olmaktadır. Sızıntı eğer su tesisatlarımız düzgün olsaydı çok problem olmazdı ama onlarda da oluşan kesintilerden dolayı bolca alçak basınç oluşmakta ve kanalizasyon suyu bol bol su tesisatlarımıza karışmaktadır. Bunun yanı sıra, kanlizasyon suyunun büyük bir kısmı da yüzey suyudur ki hidrolojik olarak temiz su sayılır, direkt akarsu ya da denizlere akıtılabilir. İki ayrı atık su borulaması gerektirir, biri ev kanalizasyonu diğeri yağmursuyu için. Arıtma tesislerimiz de yeterli değildir, hala 21. Yüzyılda tüm kanalizasyonunu denizlere ya da akarsulara akıtan şehirlerimiz vardır ki bizim Kurbağalıdere de o akarsulardan biridir. Modern sistemlerde su sızdırmaz PVC borular kullanılır. Yüzey suyuyla, ev kanalizasyonları birbirinden ayrılır, endüstri tesislerinin zaten kendi arıtma tesisleri olur, onlardan sadece içinde balık yüzebilen sular çıkar ki Avrupa'da bir çok fabrika çevreye kanıtlamak için atık sularının arıtıldıktan sonraki kısmında bir havuz yapar içinde balık beslerler.

Çevre konusuna gelince onda da kanalizasyona da bağlı olarak düşük not almaktayız. Kanalizasyon arıtma tesislerimiz yetersiz ya da yer yer hiç yok. Çöplerimizi ayrıştırıp geri dönüşümü sağlamıyoruz. Çöp diye attığımız maddelerin %90 gibi bir çoğunluğu geri dönüştürülebilecek hammaddelerdir. Hem ham madde, hem su hem enerji tasarrufu sağlayabiliriz. Tüm ambalajlar geri dönüştürülebilir. Kağıt, çeşitli plastikler ayrı ayrı, teneke, aluminyum, cam ve mutfak artıklarının çoğu, tüm meyve, sebze artıkları. Bunlar çöplerimizin en az %90'ını oluşturur ve çevre bilinci olan ülkelerde bunların hepsi ayrı ayrı toplanır, işlenir, geri dönüştürülür, tekrar tekrar kullanılır. Milli gelirimizin büyük bir kısmını çöpe atıyoruz. Bunun yanı sıra geri dönüştürülemeyecek atıklar da zehirli gazların çıkmasını engelleme amaçlı yüksek sıcaklıklı yakma tesislerinde yakılır. Biz ise tüm bu geri dönüştürülebilir maddeleri karma bir bulamaç halinde suyunu da yeraltı sularına geçiren saçma oyuklara gömüp saklıyoruz. Söyleyeyim size bunda da sınıfta kaldık.

Peyzaj yani şehrin yeşil alanları da özellikle son hükumet zamanında tamamen tehdit altına girmiş çoğu yerde zaten yok edilmiştir. Gezi parkı için verilen mücadeleyi unutmuş olamazsınız. Taksim'deki son yeşil alana da göz dikmişti zamanın başbaşı. Ben Mecidiyeköy'de oturuyorum. Buradaki afet toplanma alanına park yapılması gerekirken Trump Tower yapıldı. Park, civarın rantını arttırır; yapılan bina ise hem izinleri verenlerin hem de bina sahibinin cebini doldurur. Kaldı ki afet anında kaçılabilecek, toplanılabilecek, gerektiğinde çadır kurup uyunacak yer kalmamıştır. Aynı zihniyet tüm şehirlerimizde sürdürülmektedir. Evimin yanında geçenlerde popüler olan katil torunlar şantiyesi var. Ali Sami Yen stadyumu yıkıldığında o arazi park yapılmalıydı. Mecidiyeköy tamamen gri bir yer ve buranın nefes alacak bir parkı olabilirdi. Kaldı ki madem afet toplanma alnımız Trump'a peşkeş çekildi bu alan da bize kalmalıydı ama hayır, "kupon araziler benimdir" demişti başbaş (artık cumcum), tabii ki onun, dikildi kocaman bir TOKİ tabelası ki kontrol de edilemesin, yapılıyor dev birkaç AVM ve Rezidans kompleksi o araziye. Bu konuda da sınıfta kaldık.


Gelelim ulaşıma Özal zamanından bu yana en verimli ulaşım sistemlerinden biri (deniz ulaşımından sonra ikinci) olan demiryolları yerine hızlıca yapılıp oy toplanan karayollarına ağırlık verilmiştir. Şimdilerde Avrupa'nın banliyö trenleri hızında giden trenler vatandaşa hızlı tren olarak yutturulmaya başlanmıştır. Almanya 1984 ilk MAGLEV trenini yapmıştır hızı 420km/saat, yeni teknoloji ise Çin ve Japonya'da 580km/saat'in üstünde hızlara çıkmaktadır. Fransızların TGV trenleri 515km/saat yapmaktadır hatta en eski hızlı trenlerden olan Almanların ICE trenleri bile bizimkilerden hızlı olup 250km/saat yapmaktadır. Her işleri olduğu gibi bu işleri de yalan. Sadece tren olarak bakmamalı. Yeni iktidar döneminde bir çok ilimize hava alanı yapılmıştır, bu aslında bir yandan olumlu bir gelişmedir, diğer yönden bakılınca en verimsiz ulaşım şekli desteklenerek milli gelire darbe vurulmaktadır. Hava alanı yerine bizde de MAGLEV yapılabilirdi, hem neredeyse uçak kadar hızlı hem de şu anda gerçekten en verimli ulaşım medyumu. İstanbul ülkemizin ekonomisinin %70'inin döndüğü şehir. Burada büyük bir ulaşım problemi mevcut ve bunu da yine rant peşindeki projelerle sözde çözmeye çalışıyor görünüyor ne yazık ki yöneticilerimiz. Şehrin trafiğini kilitleyen iki nokta var birinci ve ikinci köprü, şimdi rantvari bir projeyle üçüncü bir kilit oluşturulmaya çalışılıyor. 3. Köprü de bu şehrin trafiğini çözemez en azından istatistik öyle söylüyor. Köprü yerine elimizde olan kocaman bir boğazımız var. Dünyanın en efektif ulaşım metotlarından biri olan deniz yolu neden kullanılmaz. Karşılıklı ve boğaz boyunca her semtten vapur ya da motor seferleri, arabalı vapurlar konularak köprünün yapacağının yüzlerce kat fazlası sağlanabilecekken kuzey ormanlarımızı da yok edip oralarda rant peşinde koşuyorlar. Neyse zaten deli gibi uzattım, ulaşımdan feci şekilde sınıfta kalıyoruz. 

İnşaat balonu hala şişmekte patlayana kadar henüz bir problem yok, Amerikalı uzmanlar da bu balonun henüz patlama aşamasına gelmediğini söylüyorlar (gerçi onlar da kendi patlayan balonlarını öngöremediler, ne kadar güvenilir bilemedim). Depreme kadar inşaat sektörü iyi durumda diyebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder